14 Şubat 2016 Pazar

Kahve Tonları


 
Kahve deyince bir çok insanın aklına uykusuzluğun giderilmesi, uzun çalışma geceleri, sınav hazırlıkları geliyor. Ya da aldıkları o eşsiz tat ve sonrasında hissettikleri o rahatlama... Hele bazıları işin nirvanasına ulaşmış olmalı ki kahvesine ne süt ne de şeker eşlik etsin istiyor. Kahvelerini yaşayarak içiyorlar. Ben ise yeni yeni kahve içmeye başladım. Yeni diyorum çünkü bu vakte kadar içtiğim kahve aromalı bol şekerli sütleri veya suları kahveden saymak istemiyorum.
 Aslına bakarsanız kahvemden şekeri hala tamamen çıkarabilmiş değilim ama artık kahve içtiğimi hissedebiliyorum.
Şekeri ve diğer aromaları kahvemden uzaklaştırmaya başladığımdan beri bu sefer de farklı kahve siparişleri vermeme rağmen hepsi aynıymış gibi gelmeye başladı. Kahve tutkunları beni baya bir kınayacak belki ama bazen sıcak süt içiyormuş gibi hissettiğim bile oldu.
Neyse,kahve tadını alabildiğim kahvelere geri dönecek olursak bunların tadını pek fazla ayırt edemediğim için en azından araştırıp öğrenmek ve sonucu da burada paylaşmak istedim. Aslında sadece mochanın tadını diğerlerinden ayırabiliyorum çünkü içindeki çikolata tadı beni asla yanıltmaz :)

Belirtmeliyim ki damla sakızlı ya da sade Türk kahvesini ayrı bir yerde tutuyorum.Bu kahvenin eşsiz tadını ayırt edebilmek için diğerlerini bilmeye gerek yok bu topraklarda yetişmiş olmak yeter.

Şimdi gelelim aralarındaki farklara:

Neredeyse tüm kahvelerin ana malzemesi olan espresso ve filtre kahve arasındaki farkla başlamak istiyorum.

Filtre kahve ve espressoyu farklı kılan espresso için basıncın gerekli olması. Eğer  90 derecelik basınçlı suyu hızlıca kahve çekirdeklerinin arasından geçirirseniz espresso yapmış olursunuz.

Basınçlı kahvenizi yani espressonuzu bir de sıcak köpüklü süt ile karıştırırsanız latte elde etmiş oluyorsunuz.

Mikro köpükler içeren süte ilave ederseniz de cappucino elde etmiş oluyosunuz.

Eğer sütü kahveye değil de kahveyi köpüklü süte eklerseniz latte macchiato yapmış oluyorsunuz.
Bu üç kahvenin de özü espressodan geçiyor

Bu anlattıklarımı içeren görsel durumu baya bir özetlemiş.
 
 
 

7 Şubat 2016 Pazar

Hayal Etmek

   Siz de bakmak ve görmek arasında fark olduğunu düşünenlerden misiniz? Bu biraz klişe geldiyse görmek ve hayal etmek arasında fark olduğunu düşünelim?
  
  Fotoğraf çekmeyi çok seviyorum, bu merakımı ilk kameralı telefonumu aldığımda keşfettim. Telefonumun kamerasını aile fotoğrafları, akrabalarla çekilen fotoğraflar, arkadaşlarla çekilen fotoğraflar dışında başka şeyler için de kullanabildiğimi görünce bu işin heyecanı daha da arttı benim için. Telefonumla ilk olarak herkes için estetik sayılabilecek şeyleri çekiyordum.(manzara, deniz kıyısı, çiçek, böcek) Bunlar için çok saba sarf etmek gerekmediğini sonraları anladım çünkü doğru açıyı yakaladığınızda zaten çok güzel olduklarından fotoğrafınız da çok güzel oluyor :)
  
  Gel zaman git zaman kendi estetik anlayışım oluşmaya başladı. Herkesi etkileyen güzel manzaraları bir kenara bırakıp sokakta, okulda belki evde çoğu kişinin dikkatini çekmeyen, yalnızca "görene" estetik gelen şeyleri fotoğraflamaya başladım. İşin bu kısmında çok büyük bir adım attığımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz çünkü böyle fotoğraflar çekmek o eşsiz manzaraları çekmekten daha çok zorladı beni.

   Evet fotoğrafını çekmek istediğim şeyin çok güzel olduğunu "görüyordum" ancak aynı görüntünün ekrana yansıması hiç hoş olmuyordu. Böyle birkaç deneyim yaşadıktan sonra bu sefer "hayal etmem" gerektiğini fark ettim. Kendi kadrajımı kendim oluşturmalıydım. Artık "gördüğüm" şeyin fotoğrafta nasıl çıkmasını istediğimi "hayal etmeliydim". Eğer çektiğiniz  bir objeyse(vazo, kahve fincanı,eliniz...) önce o objeyle alakalı hayal kurun. Fotoğrafta nasıl çıkmasını istiyorsunuz... Sanıyorum ki istediğimiz fotoğraflara ulaşmak için ilk adım "görmek" değil "hayal etmek".


  Bu söylediklerim doğrultusunda sizlere bir iki tane  hayal ederek çektiğim Vespa fotoğrafları göstermek istiyorum. (Vespa fotoğrafları çekmeyi çok seviyorum)